23 Ocak 2011 Pazar

HAVVAKIZLARI VE ADEMOĞULLARI

Dünya üzerinde tarafları değişmeyen, konuları her insanda aynı sadece zamanı ya da isimleri farklı olan, acısı, kargaşası, aşkı bitmeyen tek dava kadın ve erkek savaşı.
Hint mitolojisine göre;
Tanrı, yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı, rüzgarın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi, onların üzerine taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, Ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı  bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadın yarattı.
Yarattığı kadını, erkeğe armağan etti ve daha sonra Tanrı,
Kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini aldı, sülüğün yapışkanlığını, kedinin yaramazlığını, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi, bunların üzerine ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını kattı ve erkeği yarattı
 Sonra da yarattığı erkeği, adam etsin diye kadına verdi.
Buradan anlıyoruz ki hanımlar olay anaerkil ya da ataerkil toplum değil, olay tamamen karakter meselesi.
Her kadın zariftir, güzeldir, kadın olduğunun farkına vardığında etrafına ışık saçmaya başlar (hadi be oradan demeyin beyler bizlere aşılandığı gibi zayıf kadın şöyledir, esmer kadın böyledir, sarışında şöyledir değil olay kadına kadın gibi bakmakta).
 Ama evet her kadın ortalama olarak bir erkekten daha çok ağlar. Canı sıkılır ağlar, canı acır ağlar, özel dönemlerindedir ağlar, film izler ağlar, terk edilir ağlar, beğendiği elbiseyi hem cinsi hem de indirimde kapar ağlar, saçını kuaför istemediği gibi keser ağlar.
 Karar verirken her kadın önce kalbinin sesini dinler ama bu birkaç dost kazığından, terk edilmelerden, boynuzlanarak burcu ne olursa olsun boğa burcuna yaklaşmadan, emek verip uğraştığı her hangi bir şey elinden alınmadan öncedir. Sonra mantığına ağırlık vermeye çalışır ama kalbi atmaya başlamışsa işteeee  o zaman bu vakayı inceleyen yakın arkadaşı şunu fark eder arkadaşının çok güçlü bir hayal gücü var. Çünkü böyle durumlarda kadın öyle teoriler geliştirir ki ÖSS’de bu kadar çoktan seçmeli yoktur. Kalbini ve mantığını kadın ancak bebeği olunca dengeler ama sadece bebeğine karşı.
Küçük bir ses, karanlık bir oda, ıssız bir yol, küçük bir böcek, bir bööö efekti vs. (tabi fobileri katmadan söylüyorum onları da katarsam ohoooo en basit örneği annemin kapıya yaslanma korkusu var açılır diye korkuyorJ) bir kadını çığlık çığlık kaçırabilir.  Ama dönün annelerinize bakın, eşlerinize, kız kardeşlerinize ya da ablalarınıza nelere göğüs geriyorlar. İki kuruş parayla kaç kişiye yemek yapıyorlar, siz iyi olun diye çok isteyip yapmadıkları, istemedikleri halde kabul ettikleri, sevmedikleri halde gülümsedikleri kimler var. İşe gidip, çocuk bakıp üstüne evini temizleyen, yemek yapan, arkanızı toplayan destek olan eşler. (bu saydıkları sadece gündelik en basit olaylar hayatın karşılarına çıkardıkları zorlukları saymıyorum bile onları siz düşünün her şeyi benden beklemeyinJ)
Evet kadınlar biraz inişli çıkışlı varlıklar (bir kadın olarak bazen ben bile içimdeki canavara sakin ol diyemiyorum) bazen anlayış abidesi; evetler tamamlar olur hayatımlar bazense 10 kaplan gücümde kalk kendin yaplar hayırlar olmazlar. Aslında bu normal bir durum anormal olan şu ki kadın ne yazık ki hiç olmayacak şeylere ters tepki veriyorlar.  Örnek vermek istemiyorum hayati tehlike var J
Kadını kadın yapan, erkeği kadına hayran bırakan tek özellikse şudur bence; kadın isterse dokunduğu yerde yangın çıkarır isterse buz tutar dokunduğu yer hiç çözülmeyecek gibi. Ve her kadın içgüdüsel olarak öyle kusursuz kullanır ki bu özelliği izleseniz hayran kalırsınız. Şöyle anlatayım size kız arkadaşınızla veya eşinizle oturuyorsunuz her şey gayet güzel hiçbir sorun yok. Hatta sarılmışsınız birbirinize ohh dünya umrunuz da  değil o sıra bir soru geliyor tabi siz gevşemişsiniz mutlusunuz ya ‘aşkım Hale neden sana o kadar yakın davranıyor?’ ve zavallı erkekcağızın  saçma cevabı ‘hayatım bir ara yakınlaşmıştık biraz hala aşık bana işte ama yüz yüze bakıyoruz ne yapalım’ bu saniyeden sonra sobayı yaksan ısınamazsın arkadaş. Şuan bunu okuyan erkeklerin çoğunda hatırlar canlanıyor di mi? Derin dondurucu bile böle çabuk soğutamaz bahse girerim. (ama tekrar söylemek istiyorum arkadaşım böyle sorulara adam gibi cevap verin, kaşınmayın)
Ve bazen biz kadın milleti saatlerce konuşup karşı tarafın hiçbir şey anlamamasını sağlayabilir. Bir kadın konuşarak bir seri katili intihara sürükleyebilir. Hele hele kızgınsa benim diyen rapçi karşısında duramaz. Çok seri çok hızlı ve mantıklı konuşması erkeğin 15 dakika sonra kadının söylediği her şeyi kabul etmesine ya da reddedip kalkıp gitmesine sebep olur. (nerden mi biliyorum ben masaya 2 kişi oturup çok tek başıma kahve içtim J)
Ama hiçbir şey bir annenin göğsünde uyumaya, sıkı sıkı sarılıp uyanmanın sıcaklığına erişemez.  Söyleyeceğim tek şey kadınlar yaptıkları her şeye sevgilerine katarlar. Sevgileri sonsuz, affedici ve koruyucudur. Kalpleri yumruklarından büyüktür, kalpleri unutkandır, kalpleri saray gibidir gerçek olan bütün sevgilere yer vardır.
Gel gelelim ikinci türe; erkekler.
Yavaşlık demişken bence durum yavaşlıktan çok üşengeçlik ama ne zaman? İşleri yapacak biri olduğunda hiçbir erkeğin kımıldadığını görmedim. Kız arkadaşı, kardeşi, sevgilisi, dostu ya da annesi olun eğer yanındaysanız önce rica sonra emir haline gelir istekler. Nasıl mı bakın şöyle;
-canım ya bulaşıkları yıkar mısın?
-tabi canım ne olacak
-çok sağ ol sen de olmasan… Bir zaman sonra durum şu hali almaya başlar;
-bulaşık?
-ne anlamdım?
-bulaşık diyorum bulaşık. Hani tabak, bardak falan?
-tamam canım tamam… vb vb
Bu uyuşukluk daha doğrusu yapacak biri varken ne uğraşıyorum ben duygusu belki toplumun ataerkil gelişmesinden, belki daha çocukken yüklenen sen erkeksin olgusundan ya da içgüdüsel ama uyuşukgillerden en başta yer alıyorlar.
Bir de benim çok güldüğüm ama erkeklerin özellikle bu ‘kurtlar vadisi’ gibi dizilerden sonra rol kesme şekli haline gelen 3 numaraları bakış olayı mevcut. Sevdikleri kızlara bile her an dövecekmiş gibi bakan erkekler var ya da sinirlenince bakışlarıyla karşıdakini dövebileceğini sanan arkadaşlar var. Birileri bu arkadaşlara  ‘ gözlerin güzel ama bakmayı bilmiyorsun’ desin.
Aslında kadın ve erkek ilişkilerinde en ince nokta olduğunu düşündüğüm durum şudur. Kadınlara kuruntucu diyen insanoğlu etrafınıza bakın erkeklerden daha kuruntucu bir ırk yok. Başlarına kötü bir durum gelse anında Karadeniz’deki tüm gemiler alabora oluyor. Normal bir insan bu da geçer derken, ortalama erkek çoğunluğu isyan etmekle zamanını öldürüyor. Hatta benim üzerinden yıllar geçmesine rağmen aynı olay için oturup içen, dertlenen arkadaşlarım oldu. Kasvet ki ne kasvet, yağmur yağacakta daha fırtına dönemi. Kız gitmiş ölsek daha iyi, para kaybettim ölsem daha iyi, pederle  kavga ettim ölsem daha iyi. Merak etmeyin bünye alışmıştır bir şey olmaz.
Takdir edilesi bir yönü var ama şimdi sürekli yermek olmaz. Erkeklerin usta oyunculukları, iş zekaları, kıvırma potansiyelleri,  olayı dolaylı anlatımla doğrudan anlatma şekilleri beni hep hayran bırakmıştır. ‘Neredeydin’ sorusuna her seferinde farklı cevap verme yetisi bir yana 1 kere arayıp aylardır ulaşamamaları, daha önce kimseyi o sırada kiminle beraberse onun kadar sevmemesi vb vb… tilki nasıl kargadan peyniri çalıyorsa erkeklerde kadınların kalbini öyle çalabilirler.
Yakınlarda gördüğüm bir kitap (ki ben erkekler için yazıldığını düşünüyorum) beni çok etkiledi. Adı ‘içinizdeki öküze oha deyin’ tamam tamam her zaman değil ama erkekler sinirlendiklerinde içlerine bir şey kaçıyor. Nasıl desem garip bir şey, şey gibi godzilla gibi J sakin sakin oturan o naif adam gidiyor yerine garibalenfeksiyon kapmış bağırırken ne söylediği bile anlaşılmayan, gözleri ağzı kadar kocaman beni küçükken böcü diye tarif ettiğim bir yaratık geliyor. Böyle durumlarda 15 dakika bekledikten sonra su ve kolonya servisi makbuldür bence.
Ormanın kralı ne kadar aslan gözükse de ben sürüngenlere daha fazla değer veriyorum. Bazı erkekler (bakınız bazı sözcüğüyle %50 oranında indirim yaptım) gerçekten önceki hayatlarında sümüklü böcek, kertenkele gibi sürüngendi. Şöyle anlatıyım size çok güzel bir kız arkadaşıma aşık bir çocuk vardı. Kızcağızı vapura bindirmek için ısrar ediyor, o da kurutulurum belki düşüncesiyle tamam diyor ama durum önceki hayatında sürüngen olan arkadaş tarafından yanlış anlaşılıyor. kız vapura biniyor gidebilirsin anlamında elini sallıyor ama bu sürüngen arkadaş bunu el sallama babında kabul ediyor. kız Git diyor oğlan el sallıyor bu böyle yarım saat sürüyor ve sonuç şu ‘abi o da beni seviyor el salladı’ kurtulana kadar akla karayı seçti arkadaşım.  Daha ağır vakalarda gördüm bu konu da…
Evlenmek, ilişki yaşamak zor zanaat karşınızdakine; emek vermeniz, sevgi vermeniz, bıkmadan usanmadan neyin yanlış olduğunu anlatmanız, bir şeyi yanlış yaptığında kızmanız ama bunun dozunu bilmeniz, arkasını toplamanız, isteklerini karşılamanız, arkasında durmanız, yardım etmeniz, akıl vermeniz ve bunun gibi ömür törpüleyici davranışlarda bulunmanız gerekir ama bir nokta var ki o bunların hepsine değer denilen yer seversiniz ve sevgi görürsünüz. Karşınızdaki adam yaramaz küçük bir çocuk yada elindeki yumakla oynayan savunmasız bir kedi gibi görünür. O zaman gülümsersiniz umarım hep gülümsersiniz.
Ama erkeklerin en çok güldüğüm hali şudur ki; özellikle ergenlik çağında iki erkek arasında karşılık sözlü bir atışma durumda bir elleri havada, karşılıklı birbirlerinin üstüne yürüyormuş gibi ama sabit şekilde bağırışırken göründükleri hal. Okuduğum lisede çok olağan bir durum olduğu için bu öğrencilik yaşamım kahkahayla geçti diyebilirim. Ayırayım kavga edenleri derken birkaç yumruk yemişliğimde var ama napalım kısmet diyeceğiz ona daJ
Kadınların birlerce çeşidi olduğunu düşünmüyorum teknik olarak kadınların hepsi aynı şeylere sinirlenir ya da aynı olaylara benzer tepkiler veririler ama erkeklerin binlerce çeşidi var. Bakınız şöyle; yolda yürüyen kadınların hepsine laf atan ayılar var, laf atanlara kızan ayıcıklar var. Sevdiğini senelerce bekleyen aşıklar var, seni seviyorum demeyi günaydın demekle karıştıran erkekler var. Sürekli dertli erkekler ki bunlar yanlarındaki kadınların iyi olduğu söyleyerek kendilerini aşağılamaya bayılıyor, fazla sakin ve polyanna olayı abartmış erkekler var. Issız adamlar var, tıklım tıklım dolu adamlar var. Sevip de söyleyemeyenler var, söyleyip de sevemeyenler var.  Sürekli konuşanları var, ağzında cımbızla laf alınanlar var. Gelecek için geçmişini bırakanlar var, geçmiş için geleceğini yok sayanlar var. Kendine güvensizler var, fazla güvenenler var. Kıskançlığın gözünü çıkartanlar var, rahatlığın dibine vuranlar var. Cimriler var suyun parasını bile ister, bonkörler var şerefi cebinde gezer. Bakıcı arayanlar var, baba olmaya çalışanlar var. Konuşacak tek konusu aşk olan var, iş olan var, saçmalayan var. Her saat arayanı var, her gün arayanı var, ayda bir arayanı var hatta hiç aramayanı var. Bazılarının aşk anlayışı şiir, bazılarının ise fiil.  
Alın size koca bir tablo eksiğiyle fazlasıyla, kadın ve erkek.
Kadın ve erkek işte böyle bazen kucak kucağa bazen gırtlak gırtlağa ama hep yan yana.
Biri olmadan diğeri yarım,  havvakızları ademoğulları bir gün ölecekleri bile bile yaşadıkları gibi yanacaklarını bile bile aşkla büyüyor.

9 Ocak 2011 Pazar

Gözlerinin Yok Bir Eşi

Gözlerinin yok bir eşi…
Sözlerinin büyüleyici tınısı her sözünde ve Eros yaratırken aşkı,  güzelliğini katmış annesi Afrodit sana. Böyle söylerdim gözlerine bakarak yaşasaydık eski zamanlarda ve muhtemelen çok zamanımız olmazdı birbirimizin gözlerine bakarken. Şimdi ne kadar zamanımız var bilmiyorum. Nefesimiz, kalbimizin atışları, her sevgini anlatışında kızaran yanaklarım, buz gibi ellerimi ısıtan ellerin daha ne kadar benimledir ben ne kadar seninleyim bilmiyorum. Bir kader varsa kaderlerin en güzeli bana yazılmış, bitse ne olur bir dakikası bile yetmez mi?
Seni gördüğüm gün aradan geçen zaman kadar eski ve nefesim kadar yakın. Hatırlıyorum her saniyeyi. Zihnimin adımı unutmadığı gibi o kalp atışını adım gibi yazmış. Seni her gördüğümde aynı his gözlerimde, kalbimde, ellerimde…
Yeni sözcükler arıyorum, lügatları deviriyorum ruhumda yok isminin yerine koyulacak bir kelime. Yeni masallar yazıyorum sana aklımda, geceleri uyumadan önce sana anlatacağım masallar güzel rüyalar gör diye. Yemek yapmaya çalışıyorum sana bakmak için kendi çocuğum gibi ve sığınmak kollarına bir filmin en duygusal sahnesinde.
Bakıp da görebilen içimi tek kişiydin sen hep öyle kaldın. Aynaya baktığımda kendi yansımamdan çok seni görüyorum. Dudaklarım senin dudakların gibi çatlamış, gözlerim senin gözlerinin renginde derin bir o kadar da donuk içindeki o büyümeyen çocuğu kimse görmesin diye, alnımda hiç çizgi yok hiç yaşlanmadım seninle ve gözlerimin etrafı yeni doğmuş bir bebek gibi hiç gözyaşı dökmedim senin varlığın ruhumu doldurduğun beri.
Nasıl bir şey bilmiyorum böyle yaşamak ve her dokunduğumuz yerde ateş yakmak. Beni kendimden koruyan tek kişisin sen. Bir sığınak, bir uçurum, bir aile, bir vatan bana ait olduğunu sandığım her şeyden öte sen… sahip olamadığım ve ait olamadığım ben olan sevgili…
Neredesin bilmiyorum şimdi. Nerede kaldın, hangi yollarda yürüyorsun, kimin gözlerinde arıyorsun beni? Hayallerim yormadan beni, koşacak dermanım varken, kalbin bulsun beni. Tanışmadığım sevgilim tanışacağımız güne kadar hoşça kal…!

7 Ocak 2011 Cuma

‘DİNLE’

                                  
Bir kafes de yalnız mavi kuş...
Bekler hep geceyi, bekler hep yıldızları. Uykularında özgür, uykularında aşık ve yabancı güneşin hayat ışıklarına ve yaralı eski yaraları açarcasına... Ve hala kanıyor üstüne aşk örttüğü yaraları. Bir at gözlüğüyle bakıyor yaşamamış hiç 'o'nsuz gibi ve bağırıyor sürekli feryat figan kurtulmak için ama korkuyor dışardaki aç ormandan ve yaralı yaraları kabuk bağlamışçasına... Soramıyor söylemiyor önündeki koca çınara ve aslında bilmiyor da ne soracağını... Koca çınar uzak izliyor acı çekmesini sadece bakıyor kısık, tutarsız, deli gözleriyle ve mavi kuş vazgeçiyor bağırmaktan sormaktan, sorgulamaktan, ne olsa diyor kimsenin umurunda değil benim maviliğim ve koca çınar uçup gidiyorum ben sen bakarken bana
'DİNLE' diyor...
Koca çınar sen gördün ben yaşadım her şeyi küçücüktüm düştüm yuvamdan bulmadı kimse beni bağırdım oldu yardıma koşanlar SEVDİLER beni hem de çok ama ben sevemedim kimseyi AĞLATTILAR çok kırdılar kanadımı kolumu uçmama izin vermediler KAÇTIM özgürlük göklerde sandım kendi kafesimi yarattım sevdiler beni çok sevdiler... Sende sevdin değil mi koca çınar ama çok sevmedin hiç... Sevsen konuşurdun duyardın çığlıklarımı sevsen uçmaz mıydık özgürlüğe beraber bilmezsin sen ne güzeldir bulutların üstünde uçmak sonsuza...
'DİNLE' diyor koca çınar;
Sen yaşadım maviliğin en açısında karanlığın tek ışığında. Ben gördüm bütün gerçekleri olduğum yerden, yapabilsem gelirdim seninle ama beni SEVMEDİLER hep korktular benden ve GÜCÜMDEN ben KAÇMADIM bağlıydım sıkı sıkıya köklerime kendi etrafımda yaşadım. AĞLAMADIM hep içimdeydi gözyaşlarım. Ben aslında hiç yaşamadım mavi kuş bekleme beni git uzaklara…
SENİN YAŞAYACAĞIN, BENİM GÖRECEĞİM ÇOK ŞEY VAR DAHA...


BİZE ÇOK YAZIK ETMİŞSİN...


Çocuk konuştu önce ‘seviyorum’ dedi, ‘senin hiç bilemeyeceğin gibi kimsenin seni sevmediği gibi’.  Kız şaşırdı ‘nasıl olur’ dedi ‘sen benim arkadaşımsın arkadaştan da öte bir dostsun yazık etme bize’ çocuk konuşamadı bir şey düğümlendi boğazında,  yıllardır açamadığı düğüm bir daha gösterdi kendini… Kız konuştu bir daha ‘seversen beni aşkın en acı hali olur senin için ben yaraları sarılmamış,  sarılamayacak bir  hastayım. Gönlüm çoktan harabe olmuş yanlış bir aşktan. Yanılmışım hayatta seçtiğim her adamda… Sen hep yanımda ol omzunda ağlayayım yine seninle güleyim ben. Sen anlat bana en gizli sırlarını, ben destek olayım sana bu bitmez tükenmez acılarda...’
 Öyle de oldu zaman geçtikçe kenetlendiler birbirlerine. Konuştular uzun uzun ağladılar eskiye, yeniye;  güldüler sabahlara kadar şarkı tutular birbirlerine...
Bir gün tutarlarken şarkı,  gökyüzündeki parlak yıldızlar gibi bir şarkı başladı sözleri kayıp bir şarkı müziği hiç duyulmamış sözleri onlara yazılmış...
Çocuk kıza baktı uzun saçları bir kaç sokak lambasının altında geceden daha kara gecenin karası sinmiş gözlerinden daha da parlak saclarına... El sürülmemiş tenine... Yağmurdan sonra toprak kokusu sinmişti tenine her rüzgar estiğinde gelirdi çocuğun burnuna. Yine bir şey düğümlendi boğazında... Şarkı bütün güzelliğiyle kızın gözlerinden damlıyordu. Çocuk kıza döndü yeniden dudakları titriyordu susuyordu, söyleyemiyordu ‘söyle’ dedi içinden bir ses 'bize çok yazık ettin' dedi, kız bakamadı çocuğa. Çocuk anlattı ağladığı şarkıları, sabahı olmayan akşamlarını, çaresiz kalışını yalnızlığını, suskun bekleyişini, yaralı kalbini, hiç ulaşamadığı o elmasın ışıltısının gözlerini nasıl aldığı... Kız sustu gözlerine baktı çocuğun sarıldı özür dilermişçesine konuşamadı gitti...
Sabaha kadar döndü yatağın içerisinde düşündü. Kalbini eline aldı ona sordu ne yapacağını. Zindan oldu şen şakrak odası ve sabaha karşı güneş yüzüne güldü aşıkların ‘seviyorum’ dedi kız ‘seviyorum bende onu...’
Çocuk birkaç gün hiç görmedi kızı, kız merak etti arayamadı ama soramadı...
Aradan birkaç gün geçti. Kız dışarı çıkmak için hazırlanıyordu. Çocuk eve geliyordu, yanında bir kızla. Kız evden çıktı.
Çocuk eve geldi.
Karşılaştılar…
Kız tam ‘seni seviyorum’ diyecekti. Çocuk sevgilisiyle tanıştırdı kızı. Kız cehennemin tam ortasındaydı şimdi yapacak tek şey vardı kalbini eline aldığı gibi yeniden sandıklara kaldırmak… Çocuk sevgilisine aşık oldu zamanla kızı unutmak için başladığı ilişki büyük bir aşka dönüştü o anlamadan.
Bir gece kızla çocuk otururken deniz kenarında çocuk kıza sarıldı sıkıca yanında olan ama aslında en uzağındaki aşkına sırdaşına dostuna... Kızı öptü şuursuzca kız sinirlendi bağırmaya başladı içindeki tüm nefreti kustu kinini... Artık yolarını ayırmak zorundalardı... Bu kadar nefret sığmazdı bir dostluğun içine.
Kız koşarak evine gidiyordu. Çocuk koştu arkasından kolundan tuttu. Kız döndü bakamıyordu çocuğun yüzüne...

Ve konuştu;
‘Sen beni severken anlamadım seni sevdiğimi sendin aslından anahtarlarını kaybettiğim küçücük yüreğimin tek giriş kapısı anladığımda tam sana söyleyecekken hislerimi sevgilinle tanıştırdın beni. Ben o kıza haksızlık yapamazdım söyleyemezdim hislerimi... Seni seviyorum hep sevdim her zamanda seveceğim ama hoşçakal benim gitme vaktim geldi. Bir rüyaydı işte buda bitti...
Çocuk konuşamadı ‘neden’ dedi sadece ‘neden yıktın dünyamı, neden söylemedin’. Kız sustu, arkasını döndü, dayanamadı son kez sarıldı. Onun olmayan aşkına döndü arkasını. Bilinmez bir gecenin ortasında bıraktığı yerden devam etti acısına...

(P.S. Tamamen gerçek bir hikayedir)

1 Ocak 2011 Cumartesi

VE İŞTE 2010’NUN KAR-ZARAR TABLOSU
*2010’a girdiğimiz ilk gün bir arkadaşımın ‘undergraund’ dairesinde uyandım küçük bir minderin üstünde elektronik eşyalarımız vardı ama yatacak yerimiz yoktu. Aslı’nın aldığı pijamayla havaalanına gittim ne alaka demeyin İstanbul’a ilk geldiğimde 4 ay kadar havaalanında kaldım. İç hatalarda bu konudan başka zaman bahsedeceğim
*yılbaşını ve sevgililer gününü her sene olduğu gibi yine teke tek kutladım.
* Gökten Kenan İmirzalıoğlu yağsa bana İsmail Türüt düşeceğini çözdüm.
*şans eseri bir tiyatroya girdim. Ziyarette gitmiştim sahneye çıktım istek üzerine şimdi orda oyuncuyum. Sanırım başıma gelen en güzel şeylerden biriydi
*3 yönetmenle kavga ettim, birine çemkirdim. Oh canıma değsin.
*Mamma Mia’ya Türkçe sözler yazabileceğimi kavradım. Örneğin;
Mamma mia Allahım bu ne ya?
Mamma işte şimdi şıçtım
Mamma mia ben gelmem oraya
Mamma git başımdan ya
Ben kalbi kırık bir kuştum
Sen karga gibi uçtun vs vs. (müziğiyle söyleyin valla oluyor)
*Zelal'le sabaha kadar konusup neden süreki yalnız olduğumuz konusunda şu muhteşem teoriyi keşfettik. İnsanlara anne muamelesi yapıyoruz bu nedenle karşıma çıkan ilk insana 'sevvvvvv beniiiiiiiiii muhtacımmmmmmm sanaaaaaaaa sev beniiiiiiiiiii' diyeceğiz.
*boşu boşuna kalbini kırdığım 2 kişiyi geri kazandım.
*daha önce saf saf anlamadığım gerçekleri baaaam diye suratıma yedim.
*doğum günüm de bir büyük bir küçük rakı içip ilk defa böyle sarhoş oldum. Taksiciye ‘ abi be sağol hiç sarsmadın bazı ‘şöfer’ler var deli gibi sürüyorlar’ demişim. Akp binasının önünde de camı açıp ‘tayyip minik kuşum ‘ diye bağırmam çok tatlı bir hareket olmuş. Allah’tan hatırlamıyorum daha büyük rezillikleri de burada anlatmıyorum.
*bir koca sene de önce kominist bir kızı, sonra bir mafya anasını, sonra bir konsümatrisi aynı zaman da çocuk oyununda bir köylü kızıyla bir çifçiyi oynadım. Şizofrene bağlamaktan korkuyorum.
*kahve manyağı oldum.
*ilk görüşte aşık oldum sonra terk edildim ama olsun. Aslında tam olarak terk edildim mi bilmiyorum. Ben de ayrılmış olabilirim
*Aslı’yla birbirimizi yanlış anlayıp küstük sonra konuşunca da çok güldük
*Lunaparkta saçma sapan dönen bir şeye binip tepede kemerimin açılmasıyla ölüm tehlikesi geçirdim.
* pes oynamayı öğrendim, langırta sardım.
*yemek yapamadığımı anladım. Mantar yakabilen ilk gencim.
*nüfus kağıdımı önce Ankara’da unuttum sonra kavuştum iki gün sonra kaybettim. Nüfus müdürlüğündeki sarışın botoxlu salak kadınla sinir savaşı yaptım. Ah ah keşke dövseydim. Keşke beynine botox yaptırsaydı belki çalışırdı.
* Mersin’den İstanbul’a 2 valiz parfümle kaçakçı gibi geldim. Allahtan annem havacı yoksa şuan hapisten yazıyordum.
*şarabın shut yapılabileceğini öğrendim.
* Tarotlarımın gerçekten çıktığını bir kez daha anladım.
* Waffle’ın hızlı yendiğinde çok feci kafa yaptığını öğrendim.
*Sahilde bağıra bağıra şarkı söyledim.
*Aşk acısının sadece bir defa yaşandığının onu da yaşayalı çok olduğunu bir daha canımın yanmayacağını öğrendim.
*hukuka yatkın olduğumu talihsiz bir olay sonucu öğrendim. Şuan çoğu avukattan daha fazla bilgim olduğunun iddasına girerim.
*ilk defa çocuk oyunu ve şarkı yazdım.
*lisedeki edebiyat hocamın beni unutmaması şuan derki.com’da yazmamı sağladı.
* Kilo takıntımı atlattım. P.s. sizde 95 kilodan 50 kiloya düşseniz sizde yaşardınız.
*Çemberimde Gül Oya’yı 12. Defa 40 bölüm olarak bir daha bir daha izledim.
*En büyük takıntım olan KENAN İMİRZALIOĞLU’yla 5 defa karşılaştım.
*ilk defa 1 MAYIS, 1 MAYIS gibi kutlandı.
*Kart atmanın, mektup yazmanın kocaman gülümsemelere sebep olduğu öğrendim. Ptt’yle kanka oldum.
*Alican’la gece şarkı söylerken alt komşumuzla şu harika diyaloğu yaşadım;
Ding dong
Ben: buyrun
Komşu: kolay gelsin
Ben: sağol abi
Komşu: çoluğum çocuğum var benim
Ben: allah bağışlasın abi
Komşu: dalga mı geçıyosun
Ben: yok abi saygı sonsuz
Komşu: tövbe tövbe
*Bir yarışma programında kırmızı şapkamla program reklamına çıktım diye bütün aileden ve havaalanı mesuplarından ünlü olmuş muamelesi gördüm.
* Güvendiğim dağlara kar yağdığında amannnnnnnnnn boşverrrrrr demesini öğrendim.
*terk edilmenin ilham perisini etkilediğini fark ettim.
*Nur ile aynı ritm de dans edip klip çekebileceğimizi ama bunu teras gibi açık yerlerde yaparsak müzikten çok kahkaha duyacağımızı çözdük.
*hiçbir zaman annem gibi ev temizleyemeyeceğimi anladım. Cennet annelerin ayaklarının altında temizlik malzemeleri ellerinin içindedir.
*affedemem dediğim birçok şeyi affedebileceğimi. Affetmenin o saçma kişilik kitaplarında yazdığı gibi hafiflettiğini anladım.
Bunlar sadece hatırladıklarım Allah bilir daha neler yaşadım. Duruma bakarsak karlıyım gibi ama sanki biraz Polyanna’ ya bağladım. Utanmasam bir elimi kestiler ama bir tane daha var diyeceğim.
Amannnnnnnnnnnnn boşverrrrr
Ölümlü dünya 2011 sıra sende ama dikkat et ağzını burnunu dağıtırım hiç acımam
 :)

27 Aralık 2010 Pazartesi

yeni yıl mutlu olsun:)

Yeni yıl yeni yıl yeni yıl bizlere kutlu olsun:)
Bir rivayete göre yeni bir yılı karşılarken bitirilen yılı arkamızda bırakmak, dönüp bakmamak en iyisiymiş. Ben buna katılmıyorum ve eksiğiyle fazlasıyla 365 günde 52 haftada ve 12 ayda bana kattıklarına minnettar olduğum herkese yepyeni bir sayfa açıyorum.
Bütün bir yıl bundan önceki 19 yılda olduğu gibi yanımda olan, kıyafetlerini çaldığım, bir türlü evi onun gibi temizleyemediğim ve kazık kadar olsam da yanımda olmadığında seçim yaparken 45 dk sabit bir yöne baktığım, benim yüzümden tatsız tuzsuz yemekler yiyen, depresyonda olduğum için kendi doğum gününe gitmeyen, yatağımız yokmuş gibi koltukta ikamet ettiğimiz, kalorüferin ütüyle aynı işi yaptığını biraz önce keşfeden, ev arkadaşım,  yol arkadaşım, hayat arkadaşım, annem, BENGÜL KABAKLI’ya
Her sıkıldığımda bana ‘yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varsa sabır kötü zamanlarda beni düşün dağılır’ diyen, sürekli gülümsemeyi başaran ve hep gülümsememi sağlayan, telefonda terapi yöntemini geliştiren ve psikologda çalışmak yerine gazete çalışıp bence milyarları ellinin tersiyle iten, minik kulaklı, minik ayaklı, muhteşem üçlümüzün 2 numarası, ablam, teyzem, dostum, EYLEM KABAKLI ÖZÇELİK’e
Her konuştuğumuzda sırtımı sıvazlayan, hep beni sevdiklerini ve benimle gururlandıklarını bana hissettiren, en büyük desteklerim, bana ördüğü bereler yüzünden elleri telef olan, dünyayı yesem de doyduğuma inanmayan, hala kucaklarında uyuyabildiğim, benden başka birini sevdiklerinde surat astığım için çocuk düşmanı olan dedem, anneannem, idollerim, aşkın tarifi AYŞEN ve METİN KABAKLI’ya
Bu yazıyı şuan okuyamasa da sevgisi kilometrelerce uzaktan saran ve her zaman beni koruyup kovlayan, yazmamı benden çok isteyen ve yazma sebeplerimden biri olan, TÜRKAY İÇAÇAN’a
Ortak alanımızı Türkay İçaçan’ın o muhteşem dersleriyle pişmek olan, beni tekrar kelimelerin sihirli dünyasına döndüren, ‘sonsuz’ kere teşekkür etmekten bıkmadığım, Phantom Of The Opera’da kesinlikle rol vereceğim, HASAN ÇELİKTAŞ’a
Hep farklı bakış açıları kazanmamı sağlayan, beni destekleyen, gülümsemesi hiç eksik olmayan, köpükten her şeyi yapabilen, hem abim hem arkadaşım olan, tanıdığıma hep çok memnun olacağım, bana çok şey öğreten, tökezlediğim anlarda hep yanımda olan, benim gibi deli, benim en sevdiğim deli ARARAT MOR’a
Bütün bir yaz bır bır bır konuşmama rağmen beni inatla dinleyen, her zaman yanında olduğunu hissettiğim, eminim bir daha benim alışverişe çıkmayacak olan, belgesellerimin tek konusu, kızınca beyaz peynire benzeyen, bacağımı sakatlasa da asla kızmadığımJ, mobidik’im, abim, dostum, ZEKİ AYAN’a
5 senedir bir türlü bıkmadığım, evrimini desteklediğim, aşiretlerinde bana yer açan, ‘sihirli değnek’ini kullanmaktan çekinmeyen, yerin altında bir o kadar daha olduğuna emin olduğum, bir senede hem sarışın hem esmer bomba olmayı başaran, cola ve sütlü çikolatayla hayatını devam ettiren, aşık olmayı bir türlü beceremeyen, terası temizlememesi sonucu simsiyah olduğumuz, kıck box yapacağım diye beni yumruklayan, yumruğundan büyük bir kalbi, akıllara zarar bir aklı, vazgeçilmez bir dostluğu olan ,ahretliğim, kardeşim, ZELAL AKGÜL’e
Dal gibi olduğunu bir türlü kanıtlayamadığım, bir fotoğraf makinasından dünyayı gören, internet özürlü olduğumuzu aynı anda anladığımız, sadece muhabbetimizin radyo programı olduğunu, kahkahamızı ne olursa olsun kesilmeyeceğini bu sene daha çok anladığım, ‘şu mağazaya bakıp çıkacağım’ birbirimize söylediğimiz tek yalan olan (çünkü o mağazada hangisi diye   hepsini geziyoruz), gossip gırl ortağım, aynı olaya aylarca gülebildiğim, bahtsız bedevide olsak amannnnn boş ver deyip yürümeye devam ettiğimiz, kahve markası olacağımıza artık emin olduğum, bir senede partiye de, okula da, adliyeye de, ağlamaya da, gülmeye de beraber gittiğim, kardeşim, miniğim, edie’m, ASLIHAN SEVER’e
Yaşadığı her anı gerçekten yaşayan, film izleme ortağım, 5 senedir büyürken kalbini de büyüten, her gün fal bakıp halimize güldüğümüzü, terasta  hazırladığımız krografileri mersin halkına büyük ustalıkla tanıttığımız, en kısa telefon konuşmamız 2 buçuk saat olan, çocukluğunu buz dolabında geçirmesine rağmen sadece kendisi değil ailesi de fırın gibi sıcacık olan, her hüzünlenmemizin 10 dk sürdüğü, Burhan Altıntopla Makbule karışımı, hayat çizgimin aynı şekilde seyrettiği, soyadını bir türlü söyleyemediğim, kardeşim, arap’ım, Esmeralda’m, NUR KASHLOK’a
Sahnede, evde, hayallerde ortağım olan, ağlarken ceketinin bir tarafını sırılsıklam yaptığım, evi beraber temizlemeye çalışıp bir türlü başaramadığımız, Grease’i izleyip sabaha kadar dans ettiğim, şarap’la baileys’i karıştırıp 4’e kadar şarkı söylediğim ki en son rap yapıyorduk, çok zor zamanlarımda yanımda olan, çok güldüğüm, çok kavga ettiğim, çok çalıştığım, narsist, benim disko kralım, can can’ım, ALİCAN ERSOY’a 
Şarabın shut yapılabileceğini beraber keşfettiğimiz, bana evini açan ev arkadaşım, küçük kopyam, hayatını sağlam temeller üzerine kuracağına emin olduğum, waka waka dansıyla yemek yapabildiğim, alışveriş sepetlerimizin içeriğinin farklı olması saatlerce geyik yapma sebebimiz olan, hanım hanımcık gözükse de benim gibi içinde bir çingene yatan, kujenim, ev arkadaşım, minik kopyam, DERYA ÖZTOL’a
3 senelik ev arkadaşım, karanlıkta korkup beni bırakıp kaçan, içip içip kendi üstüne kusan, her sıkıldığımda beni gezdirmekten bıkmayan, gece kalkıp çikolatalarımı yiyip kaplarıyla yerine koyup sabahları evde terör estirmemi sağlayan, kalbimi kırdığı için çiçeğini çikolatası alıp gelen, her gol olduğunda beni kafasının üstünde gezdirmeyi başaran, Hugo kılıklı, tango, salsa, rock’n roll ve ankara havasını üst üste oynayabilen, Taksim’de kameralara yakalandığım, ‘sen eve git ben ÖSS’ye girip yarım saate gelirim’ şeklinde ki harika cümlenin mimarı, bir dargın bir barışık uzatmalı tontişim, EFE YAŞA’ya
Waffle’ın insanı sarhoş ettiğini beraber keşfettiğimiz, benim kırmızı eşofmanımın en çok yakıştığı insan, bir tencere makarnayı gözümün önünde yiyen, tanıdığım tek playboy J, İstanbul’u ve Mersin’i sanki toplu taşıma aracı yokmuş gibi yürüyerek turladığımız, bebek yüzlü şeytan, alnımı en çok hatta tek seven kişi, (anneciği harika börek ve kek yapıyorJ), pamuk kalpli, pamuk yanaklı, miçem, MELİH ARTAÇ’a
Sabahlara kadar hiç sıkılmadan muhabbet ettiğim, kahveleri arka arkaya içtiğim, her şeyden konuşup her şeye güldüğümüz, hep gülümseyen, hep yanımda olan, Tango yüzünden yanımdan sandalyeyle sürüklenen, gördüğüm en tatlı Fransız GÜL FULYA AKYOL’a ve gitarla harikalar yaratan, bebek yüzlü, çocuk kalpli, MUSTAFA AKYOL’a

Üstünden zaman geçse de dostluğun eskimeyeceğini bir kez daha kanıtlayan, ayrı yollara gitsek de kalbimizin bir olduğu;
Çirkin sevgili kavramının seviyesini yükselten, bahtsız bedevim, reenkarnasyon düşmanı, Şebnem Ferah konserinde bütün şarkıları beraber söylediğim, karışık, KAAN ÖZPAY’a
Dışı çok sert, içi yumuşacık yani fırından yeni çıkmış ekmek gibi, alayına isyan sözü hayat felsefesi olan, beni havuzda boğmaya çalışsa da benden kurtulamayan, bitanecik leşim, GÜVEN KINALI’ya
Ayrılsak ta beraberiz kavramının en açıklayıcı şekli, kimsenin başaramadığı bir şeyi yapıp iki farklı görüşü birleştiren, iki kocaman dev adam, kalpleri de kendileri gibi yoldaşım DİRENÇ TUNA’ya (bir de ablası deli fal bakıyor), kutup ayıcığım ERHAN YÜREK’e
Kendisinden tanımadan önce gıcık kaptığım ama tanıdıkça çok çok sevdiğim, edebiyatı poker oynar gibi anlatarak eğitimde çığır açtığım, çift dikiş mantığının daimi üyesi, ‘ekmeğiiiiiiiiiiii bıraaaaaaaaaaaaak’ (yemek konusunda çok hassasJ), poker deyince akla her an onun adı gelir, SERGEN ADAK’a
Tiyatro sahnesinde yorulmadan çalışmamın en komik sebebi olan, en sevdiğim Hacivat tipi, ağlamam gereken her yerde yüzünü gördüğüm anda gülmeye başladığım, yanımda kala kala benim gibi konuşmaya başlayan ve fark etmeden bana çok şey öğreten CİNK ŞENGÜL’e ve Keloğlanı sırma saçlı sevdirebilen, oyundan sonra çocuklara saçma sapan öğütler veren, mavi kalemli bol allıklı, gözlerinin içi gülen REMZİ AKSOY’a
Ve sevdiğim herkese ki isimleriniz tek bir yazıya sığmayacak kadar çok, kalbimde hepinize binlerce teşekkür, binlerce yer var…
İsmini saydığım bu sene hayatıma giren, her sene hayatımda olup bu senede hayatıma güzellik katanlar…
Yeni yılınız hep mutlu olsun, acılarız yemeklerinizin baharatında olsun,
kalbiniz çocuk masumiyetinizin tek dergahı olsun,
içiniz her bahar, dışınız kışın soğuğuna göğüs gerecek kadar sert olsun,
 aşk hep hayatınızda, ayrılıklar kısa yolculuklarınızda olsun,
hayat su gibi değil sel gibi oluk oluk aksın, sevdikleriniz hep yanınız da olsun…
yeni yıl yeni sayfalarınız olsun ve hep ben hep yanınızda olayım J
2011 Melis’siz olmaz olursa sıkıcı olur, şaka yapmıyorum valla ya bir düşünün benim olmadığımıJJ
YENİ YIL YENİ YIL YENİ YIL BİZLERE KUTLU OLSUN:D

25 Aralık 2010 Cumartesi

SİMURG'UN KANATLARI

İnsan fizyolojisinin anlaşılmaz birçok yanı var ama bence en anlaşılmaz tarafı kendimizi sürekli yeniliye bilmemiz. Her sorundan, acıdan, tecrübeden sonra içimizdeki garip sızı, can yakan kalp ağrısı geçer geçmez eski halimizden daha güçlü, bir parçamızı kaybetmiş ama yerine yeni parçalar ekleyerek yolumuza devam ediyoruz. Sanırım masallarımızın Simurg Anka’sı ruhumuzda hiç bilmediğimiz tenha köşelerde gizleniyor.
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş...
Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);
Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
Baykuş yıkıntılarını özlemiş,
Balıkçıl kuşu bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yok oluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler ki;
"SİMURG ANKA - Otuz Kuş" demekmiş.
Onların hepsi Simurg'muş.
Her biri de Simurg'muş.
Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız demişler…
Tanıdık değil mi?
Acılar, hüzünler, engeller, hayal kırıklıkları, zamansızlıklar, ayrılıklar yaşadığımız her acı yolumuzdan sapmadıkça, bıkmadan usanmadan yürüdükçe, yaşanılanı yaşadığımız yerde bırakmayı uçsuz bucaksız gökyüzüne gülümsemeyi öğrendikçe sel gibi değil, yel gibi geçmez mi?
Hayat zaten böyle değil mi?
Nefes aldığımız ilk günden beri kocaman bir dönme dolaptayız. Bazen ayaklarımız yerden metrelerce yukarda, sanki yıldızlara, güneşe elimizi uzatsak tutabileceğimiz kadar; bazense yere çok yakın, uçurumun tam kıyısında korumasız hissetmez miyiz?
Dönme dolabımız bizim yollarımız, kötü olayların sonucunu bağladığımız kader değil yol arkadaşımız…
Hayat dediğimiz Havvakızlarına, Ademoğullarına verilen en büyük meziyet değil mi sanki. Alabildiğine mavi, sonsuz bir çatımız, derin derin soluduğumuz içimize hapsettiğimiz nefesimiz, yumruğumuz kadar olsa da içine bir ömür sığdırdığımız yüreğimiz ve en önemlisi hayallerimiz var. Olsun yada olmasın ne fark eder, bacaklarımız yorulsa bile kalbimizle aklımızla koşabileceğimiz hayallerimiz var. Hem yakışır mı bizlere çakılı kalmak kendi ördüğümüz duvarların ardına, yolumuzdan döndürmeye çalışan her şeye boyun eğmeye yakışır mı Kaf Dağına ulaşmadan pes etmek bize?
Doğduğum günden beri beni koruyan bir melek olduğuna inandım. Her istediğimi yapabileceğime, her engeli aşabileceğime, öldürmeyen acının güçlendireceğine… Büyüdükçe gördüm ki içimdeki kuşların kanatları, ben başımı eğmedikçe, hayat bana acıklı filmler izletse de filme kapılmayıp filmle dalga geçtiğim sürece, ‘her minnet kabulüm yeter ki gün eksilmesin penceremden’ dedikçe kanatlarım Kaf Dağının en tepesine yükseliyor. Büyüdükçe görüyorum ki kedime acımayacak ve kendimle gururlanmayacak kadar ‘BEN’im artık ve hala masallara inanacak kadar, hayallerime sığmayacak kadar çocuk… Biliyorum Kaf Dağına ulaşana kadar hiç yaşlanmayacağım.
Rivayet olunur ki; Simurg Anka’nın gözyaşları her yaraya merhemdir. Simurg yandıkça doğar, doğdukça yanar. Simurg alevden korkmaz bu yüzden, bilir kül olmak değil hiç yanmamak yakar aslında…
Ve umarım vadilerin üzerinde uçarken kendinize bahaneler bulmaz, asla yılmaz, karşınıza çıkan her mutluluğu sonuna kadar korkmadan yaşar, her şansı kalbinizle görürsünüz. Kötü olan her şey mi? Unutun onları çünkü Kaf Dağına vardığımızda Simurg'un yuvasını bulunca öğreneceğiz ki;
Simurg Anka-30 kuş demekmiş.
30 kuş kanatlarımızın içindeymiş.
Onların hepsi Simurg'muş.
Her biri de Simurg'muş
Ve Şimdi kendi gökyüzümüzde uçmak zamanıdır...