23 Aralık 2010 Perşembe

SANAL DÜNYANIN PİNOKYOLARI

Yaşarken ne yaşadığını fark etmezmiş insan belki bundandır bu kadar çabuk tüketilen hayatlar. Sadece hayatı değil elimize geçen her şeyi sonuna kadar sömüren bir yığın halini alıyoruz çoktandır. Duygularımız yok gibi ama çok paylaşımcıyız. Özelimiz yok ‘yiğidin malı meydandır’ düşüncesi sözümüzde değil ama kesinlikle özümüzde. Acılar, sevinçler, ilişkiler, hayaller, yaşamlar basit bir düğmenin ucunda düğümleniyor. Konuşamasak da yazıyoruz bilinçsizce…
Doğumlar, ölümler, bitişler, başlangıçlar, söylemekten bıkmadığımız hatta birinin gözlerinin içine bakarak söyleyemediğimiz her şey, eğlencelerimiz, yaptığımız işler, isyanlarımız hatta davalarımız sosyal paylaşım sitelerinin göstermelik paylaşım sayfalarında…
Peki nereye kadar?
Bu yaşamları kolaylaştırmak hevesi neden?
Türk filmlerinin tadı yok artık aşklarda… Genç adam delice kıza aşıktır. Kızda adamı sever ama ayrı dünyaların insanlarıdır onlar. Araya insanlar, yalanlar girer. Acı çekerler karşılıklı ama bilmezler sadece hissederler ve filmin iyi kalpli yan rolü onları bir araya getirir. Bir ömür boyu mutlu yaşarlar.
Gerçekçi mi? Hayır…
Sahte mi? Hayır…
Aşkın ne olduğunu bilmeden, bir eşyayı seçer gibi yaşanılan, bıkılınca çöp poşeti olmadan kapının önüne konulan, yaşarken tapılan bitince yerin dibine sokulan, ömrü pastörize sütün raf ömründen kısa olan ve her insanda aynı hissi uyandıran… Aşkın adını kirleten ana sayfalarda hiç okumadıkları yazarların, şairlerin yazılarıyla dizeleriyle anlatılan ‘ki sanmıyorum gerçekte orada neler yazdığı anlaşılsın’ birkaç beğeniyle adresine gönderilen bu fast food aşklar…
Başın sağ olsunlar, iyi ki doğdunlar, iyi bayramlar, seni seviyorumlar, özür dilerimler… Hangi sanal dünyanın klavye yazısı sımsıkı bir kucaktan, gözlerin içine bakarken kalbine dokunmaktan, omzunda güçlü bir elden, kocaman bir gülümsemeden daha gerçektir?

Hep olmak istediğimiz ama kendimizce nedenlerle başaramadığımız bireyler olmak… Belki de tek nedeni bu. İstediğimiz karakterler, istediğimiz vücutlar, istediğimiz meslekler, elde edemediklerimiz, elde etsek de güvenemediklerimiz…
Girintisiyle, çıkıntısıyla biz…
Dev aynalarıyla baktığımız kendimiz, gerçek aynada gördüğümüz eksikler…
Hepimiz kahraman olmak istiyoruz. Mükemmel olmak. En olmak. Farkında olmadığımız tek şey bu ‘en’ yoktur. Eğer en olsaydı her yıl dünya güzelleri şeçilmezdi, olimpiyatlar yapılmazdı, ödül sahipleri değişmezdi. En güzel aşk, en güzel kitap, en güzel şarkı yoktur. Sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz vardır. Kurduğumuz hayaller ve emek verdiklerimiz vardır. Biz onlardan vazgeçeli en olmak çıktı ortaya, hayranıyız beyaz camda gördüğümüz her surata, bizden çok şey bilen, daha çok parası olan her insana. Bizim yapamadıklarımızı yapıp emek veren cesur olan her insana…
Bizimse sanal bir dünya da bize ait ama herkese açık ahkam kesebileceğimiz sayfalarımız var. ‘Sevdiğimiz her şeyi paylaştığımız’. İçimizdeki dünya öyle küçük ki sevdiğimiz şeyleri sığdıramıyoruz. Sevgimizi paylaşamıyoruz artık ekmeğimizi paylaşamadığımız gibi ‘en ‘iyisine sahip olamadığımız gibi…
Yalan söylemek ayıptı bir zamanlar ‘pinokyo’ vardı. Onun burnu uzardı her yalan söyleyişinde, tahtadan da olsa kocaman bir kalbi vardı. İnsan olduktan sonra başına neler geldi bilmiyorum çünkü benim gördüğüm hiçbir yalancının burnu uzamadı ama doğru söyleyenin köylerden nasıl kovulduğu gördüm. Sanal dünyalarınıza bir bakın sonrada aynanıza burnunuz ne durumda?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder